Bakakaldılar, ormanın güzelliğinden büyülenmiş

Sedirlerin ululuğundan şaşkın

Ormanın derinliklerine giden yolun başında

Gezindiği yerlerde Humbaba’nın apaçık belliydi yolu izi

Gözlerini dikmişlerdi

Tanrıların ve tanrıçaların yurdu Sedir Dağı’na

Toprağın yanağında sedir, bereketini sergiliyordu, tatlı ve hoş gölgesiyle

Yere yakın çalılar, hep dikenli, hep sıktı

O sedirler, o büyücü ağaçları öylesine dolanmıştı ki birbirlerine yolu geçidi yoktu


Her yanlarını sarıp sarmalanmıştı fidanları sedirlerin, sarıp sarmalamıştı onları

Nasıl da kabuk kabuk uzanıyor reçine yumruları gövdeleri boyunca

Vadilerde yitip giden eğik yağmurlar gibi

Nasıl da süzülüyor gövdelerinden sedirlerin

Ansızın ormanın derininde bir kuş ötmeye koyuluyor

Çarçabuk diğerleri, yanıt veriyor

Ve sonsuz bir çınlamaya dönüşüyor yankısı ötüşlerin

Yalnız gezen bir cırcırböceği katılınca o ezgiye

Sanıyorsun ki artık, ta uzaklardan bir şarkı yankılanıyor

Tahtalı güvercin anlatır kendi öyküsünü

Üveyiktir ona yanıt veren

Bayram eder orman, leyleğin çağrısıyla

Daha çok bayram eder turacın haykırışıyla


Gün sektirmez ki

Ah o çalgıcılar kümesi, maymun analar, çığlık çığlığa söylemesin şarkılarını

Humbaba’nın huzurunda

Yavrucuklar da çoğaltır sesini o görkemli korunun

Davullar katılır gümbürdeyerek ezgimize

Gölgesi düşer sedir ağaçlarının

Ve korku yayılır Gılgamış’ın bedenine

Kaskatı kesilir kolları, yitirir mecalini bacakları

Enkidu konuşmaya yeltenir açarak ağzını, der ki Gılgamış’a:

“Ne duruyoruz! Dalalım ormanın derinliklerine, ilan edelim savaşımızı!”

Gılgamış açar bu defa ağzını, konuşur Enkidu’ya:

“Neden dostum, neden onca dağları aşıp buralara gelen biz, titreşip duruyoruz, şuracıkta sefiller gibi?

Önümüzde uzayıp giden şu ormanı yenemeyecek miyiz?

Işığı asla göremeyecek miyiz?”

Enkidu:

“Dostum, senin işin savaşmak, bunu unutma, kimseye benzemez sende bulunan deneyim!

Hem savaşta çarpışan ölümden mi korkar!

Sen kana bulanmışsın bir kez, gerekmez ölümden göz kaçırman

Gazabınla yüksel ve kaybol kendi aşkınlığınla bir ermiş gibi.

Dev bir davul gibi gümbürdesin feryadın!

Kolların kurtulsun kaskatılıktan, bacakların mecal kazansın!

Gılgamış:

“Öyleyse tutun bana dostum, tek vücut olalım

Kalmasın zihninde hiçbir düşünce, savaşmaktan başka!”


Humbaba kendi kendine konuştu ve ağzından şu sözcükler döküldü:

“Gelenler var, hissediyorum,

Gelenler var

Yoksa neden telaşlansın ki yaratıklar?

Neden dehşete düşsün yurdumun hayvanları, bitkiler?

Kendi yatağımda beni rahatsız etmeye cüret eden kim?

Yoksa gelen Enkidu mu?

Temiz yüreğiyle sohbet etmeye gelmiş olmalı, benimle

Varsa kötü bir niyeti,

Enlil lanetlesin onu!”

Enkidu ağzını açtı ve Gılgamış’a dedi ki: “Dostum, ferah tut gönlünü

Humbaba bir başına

Bir tane dost, yalnızca bir tane dosttur

Ama iki ikidir!

Bir başına zayıf olan

Güçlüdür, iki olunca

Bir başına tırmanamazsın dik bir tepeye

Ama ikiyken yenersin her yokuşu, dağı

Hatta belki, üç daha güçlüdür

Üç kat ip kolay kopmaz

Köpek güçlü de olsa

Yenecektir onu iki enik

Sağlam dur, dostum

Sağlam dur ki okun isabetli uçsun

Kutsaldır çıktığın yolculuk

Ne mutlu bize ki ikiyiz

Dostum, dilersen yardım iste Samas’tan

Rüzgârların hükümdarından

Samas’ın arkası fırtına, önü rüzgârdır

Konuş Samas ile

Konuş ki versin on üç rüzgârını senin emrine.