Tansu Gürpınar'ın Yeryüzü sayımızda Eylül 2023'te yayımlanan röportajı

Bozdağ’ın yaban koyunları bu fotoğrafın çekildiği tarihten tam 48 yıl sonra 2004’te Doğa Koruma ve Milli Parklar Genel Müdürlüğü yetkilileri tarafından daha önce yok oldukları Nallıhan’a bırakıldı. Nihat Turan 1966 yılından önce yaptığı bir araştırmada Bozdağlar’da yaban koyununun varlığını öğrenmişti. Aralarında Tansu Gürpınar’ın da bulunduğu ekip dürbünlerle yaban koyunlarını gözlüyor.
Anadoluyu Koruyan Öncüler
Anadolu’da yaban koyunlarının, ceylanların, alageyiklerin ve pek çok miras coğrafyanın günümüze kadar ulaşmasını Zekai Bayer ve başta Tansu Gürpınar olmak üzere arkadaşlarına borçluyuz. Türkiye’nin en eski doğa korumacılarından ve ilk yaban hayatı uzmanlarından ornitolog Gürpınar, Magma’ya Anadolu’da 65 yıl önce yaptıkları milli park ve hayvan yerleştirme çalışmalarını anlattı.
1939 yılında Van’da doğan ve botanikçi, zoolog ve jeolog olan Tansu Gürpınar, 1966 yılında Milli Parklar Genel Müdürlüğü’nde göreve başladı. Türkiye’de soyları tükenme tehlikesi altında bulunan ve çalışmaları sayesinde bugün yeniden sağlıklı bir popülasyona kavuşan Anadolu yaban koyunu, dağ keçisi, alageyik ve karaca gibi yaban hayvan türlerinin korunmasına yönelik önemli projelere imza attı. Türkiye’deki sulak alanların tespiti ve ekolojik özelliklerinin belirlenmesi, kuş türlerinin sayımlarının yapılması ve envanterlerinin çıkarılması, leyleklerin ve yırtıcı kuşların göçlerinin izlenmesi başta olmak üzere dergimizin sayfalarına sığmayacak birçok çalışma gerçekleştiren Gürpınar çok sayıda milli parkın planlanması ve kurulmasında da öncülük yaptı. Türkiye doğasının korunmasına öncülük eden sivil toplum kuruluşu olan Doğal Hayatı Koruma Derneği’nin kurucuları arasında yer alan Gürpınar; Akarsularımız, Ağaçlar ve Ormanlar, Yabani Bitkilerimiz, Yedigöller’de 50 Yıl, Doğanın Penceresinden Türkiye, Türkiye’nin Doğal Değerleri Renklerin Türküsü, Doğayla Geçen Yıllar "Uçarsa Toy, Kaçarsa Ceylandır" başlıklı kitapların yanı sıra çok sayıda makaleye de katkı sundu. Ömrünü Türkiye doğasını koru-maya adayan Gürpınar, Türkiye’de yapılan ilk doğa koruma çalışmalarını Prof. Dr. Ahmet Karataş’a anlattı.

Tansu Gürpınar, aynı zamanda Türkiye’nin önemli doğa fotoğrafçılarından biri. Saka (Carduelis carduelis) gibi çok sayıda türün yer aldığı zengin bir arşivi var.
Türkiye’de doğa koruma çalışmalarını ilk başlatan isimler kimler?
Türkiye'de doğa koruma çalışması olarak değil ama doğayla ilgili bilgi toplama ve bir yerde doğal varlıkların varlığını sürdürebilmesine işine ilişkin ilk çalışmalar Alman Profesör Curt Kosswig ve yanındaki Türk akademisyenlerin çalışmalarıyla başlamıştır diye söyleyebilirim. Ama bundan öncesi de var olabilir, onu bilmiyorum.
Zekai Bayer, 1950’li yılların başlarında Amerika'ya gidip geliyor. Milli parklarla ilgili çalışmaları ilk orada görüyor ve öğreniyor. Sohbetlerimiz de siz de Bayer Bey’in çalışmalarından bahsetmiştiniz. Siz ne zaman katıldınız ekibe?
Kosswig ilk olarak 1938 yılında Kuş Cenneti’ni keşfetti. Ekibiyle birlikte gelmişti. Aslında asıl amacı balık faunasıyla ilgiliydi daha doğrusu hidrobiyolojik çalışmalar yapmaktı. Ancak söğüt ağaçları üzerindeki kuş varlığını görünce ondan çok etkilenip ismini de o vermiştir. Onun ekibindeki akademisyenler doğayı bütün olarak tanıyan kimselerdi. Mesela bir taşı kaldırıp altındaki Gammarus’ları söyleyen veya bir derede hangi balıkların bulunabileceğini tahmin edebilen, yani doğayı bütün yönleriyle jeolojisi, florası, faunasıyla inceleyen bilimcilerdi. Doğa koruma çalışmaları ilk milli parklardan başlayacak olursak Yozgat Çamlığı 1958'de milli park olarak ilan edildi. Onu da bir sene sonra 1959'da Kuş Cenneti Milli Parkı takip etti. Kuş Cenneti’nin çok özel bir durum vardır. Orman rejiminde olmadığı için önce Bakanlar Kurulu kararıyla orman rejimine alınmış sonra 6831 sayılı Orman Kanunun 20. maddesi uyarınca milli park statüsüne kavuşturulmuştur. Böyle bir hukuki süreç yaşanmıştır. Kuşcenneti Milli Parkı yöneticisiyken uygulamalarımın olumlu sonuçlarını fark eden Milli Parklar Daire Başkanı Nejat Özbaykal, Kuşcenneti Milli Parkı’na Avrupa Konseyinin iyi korunan ve gelişme gösteren alanlara verdiği "Avrupa Diploması" için başvuru yapmayı önermiş ve uzun işlemlerden sonra Kuşcenneti 1976 yılında "A " sınıfı "Avrupa Diploması" ile onurlandırılmıştır. Kuş Cenneti’nden sonra Yedigöller (1965), Dilek Yarımadası (1966), Beydağları (1972) ve diğer milli parklar birbirini izlemiştir. İsmet Özer Feke Orman İşletme Müdürü’yken Sultansazlığı'nı görmüş kuş varlığının değerlendirilmesi için beni çağırmıştı. Ülkemizin en önemli sulak alanlarından biri olan Sultansazlığı böylelikle koruma altına alınmıştır.

Tansu Gürpınar, İngiliz bir uzman ve laborant Ali Kızılay, Manyas Gölü’ndeki tepeli pelikanların düşük üreme başarısını artırmak için yapay yuva platformu yerleştirdiler. Altı ay içinde 1968 yılı Nisan ayında 26 pelikan üremek için platforma yerleşmişti.
Fakat milli park çalışmalarına paralel olarak Türkiye'de çok fazla yankılanmamış başka bir çalışma onun paralelinde gitmiştir; Türkiye'de nesli tehlikeye düşmüş olan başta büyük memeliler olmak üzere canlıların kurtarılmasıydı. Benim bir taraftan milli park çalışmalarıyla ilgim vardı, diğer taraftan da ben aslında yaban hayatı ekibindeydim. Bunun da ilk öncü türü Konya Bozdağlar’da yaşayan Anadolu yaban koyunuydu. 1966 yılında yılının aralık ayında bu çalışmaya katıldım. Rahmetli Nihat Turan ve rahmetli Avni Nebioğlu ile birlikte orada epeyce bir çalışma gerçekleştirdik. 40 bin hektarlık bir alanda, Konya'nın 40 kilometre doğusunda Bozdağlar adı verilen paleozoik bir jeolojik formasyonunun üzerinde 40 kadar yaban koyunu olduğunu tespit ettik. Ama bu birkaç ay süren bir çalışma sonunda yapılan tespit. Ondan sonra alanın korunması için köylerden bekçiler tuttuk. Zaten çalışma sırasında hep oradaki köylerde misafir kaldık. O köylülerin misafirperverliğini burada büyük bir saygıyla anıyorum. Gerçekten çok doğru dürüst insanlardı. Kerpiç ev olarak gördüğünüz yapıların içine girdiğinizde tertemiz, pırıl pırıl mekânlar karşınıza çıkardı.
Koruma hedefimizde yaban koyunlarından sonra yaban keçileri de vardı. Onlar aslında yaban koyunları kadar tehlikede değildi. Çünkü çok daha sarp ve yüksek yerlerde yaşıyordu ve Anadolu’da her yere dağılmıştı. Yani Datça Yarımadası’ndan Hakkâri Cilolar’a varıncaya kadar her yerde yaşıyorlardı ama yine de korunmaları gerekiyordu. Onlarla birlikte Erzincan tarafında daha çok olan çengel boynuzlu dağ keçisi (Rupicapra rupicapra) vardı. Bu arada ormanlarda çok bulunacağı düşünülmesine rağmen bildiğimiz geyik, ulu geyik ve bildiğimiz karaca avlanma baskısı yüzünden ciddi tehdit altındaydı. Doğa koruma çerçevesinde onların üretilmesi için epeyce bir çalışma yapıldı. Pars, Anadolu'da yaşayan en büyük kedi; Dilek Yarımadası Milli Parkı'nın milli park olmasındaki nedenlerden biri parsın orada yaşıyor olmasıydı. Ben de o çalışmaların içinde oldum. Birçok geceler parsın sesini işiteceğim diye bekledim ama şans bana gülmedi. Diğerleri işitmiş. Varlığı orada biliniyordu. Bu söylediğim 1960'lı yılların ikinci yarısı. Türkiye Tabiatını Koruma Cemiyeti ve Türkiye'de milli parkların kurucusu Zekai Bayer, bütün bu çalışmaların öncüsüydü. Son derece insancıl, ilkeli bir insandı. Aynı zamanda insanların uzmanlığına da büyük saygı gösteren, yani kendi bilmediği konularda hiçbir zaman aksini iddia etmeyen çok düzgün bir insandı. Onun yönlendirmesiyle geyik ve karacanın korunması için Abant'ta, Bahçeköy’de, İğneada’da epeyce ciddi çalışmalar yapıldı. Bir de söylemeyi unuttum alageyik var. Alageyik biliyorsunuz Pleistosen Dönemi’nde Avrupa’da birkaç kere buzullar güneye doğru iniyor. Buzullar güneye doğru yaklaşırken, soğuk şartlardan kaçan birtakım hayvanlar doğuda Anadolu Yarımadası’nı, batıda İberik Yarımadası’nı sığınma alanları olarak seçiyorlar. Alageyik de bunlardan biri. Anadolu'da saf ırkının kaldığı düşünülüyordu. Rahmetli Nihat Turan ve Avni Nebioğlu ile çalışmaya başladığımız zaman “Ankara Üniversitesi Fen Fakültesi Dergisi”nde alageyikler Türkiye'de tükenmiştir diye yayınlanmıştı. Biz ona rağmen Antalya'da epeyce bir araştırma yaptık ve Antalya Düzlerçamı’nda yedi alageyiğin var olduğunu belirledik. Ondan sonra ciddi bir koruma çalışması başlattık. Bu çalışma Konya Bozdağlar’dakinden daha kolaydı bizim için. Çünkü alanın tamamı orman rejimindeydi ve ormancıların kontrolü altında olan bir alan olduğu için zapturapt altına almak daha kolay oldu ve ürediler. Üretilen alageyikler daha önce yaşamış olduğu alanlara da nakledildi. Bu arada Bozdağlar’daki yaban koyunlarının da sayıları 800'ü aştıktan sonra daha önce yaşamış olduğu yerlere götürülebilir diye raporlarımız vardır. Bu sayıya ulaştılar. Örneğin Karaman'a, ondan sonra da Mardin taraflarına yerleştirildiler. 1960'lı yılların ikinci yarısında başlattığımız çalışma, bugün meyvelerini verdi. Rahmetli arkadaşlarımla birlikte çalışmış olmaktan dolayı daima Allah'a şükür ederim. Çok onurlu, çok erdem sahibi insanlardı.
Çalışma arkadaşlarınız arasında Zekai Bayer, Nihat Turan’dan bahsettiniz. Başka kimleri sayabilirsiniz?
Nihat Turan, Avni Nebioğlu. Ondan sonra yine bizim ekibe katılan Sabit Tarhan, Fatma Erkan. Gerçi Fatma Erkan araziye bizimle gelemiyordu hanım olduğu için ama özellikle masa başı çalışmalarını çok iyi yürüten bir ekip arkadaşıydı.
Zekai Bayer'in girişimleri olmasaydı Türkiye’deki milli parklar 5/10 sene belki daha da geç kurulur gibi bir şey söyleyebilir miyiz? Ne kadar etkisi var Zekai Bey'in?
Zekai Bey'in etkisi son derece fazladır. Biraz önce de bahsettim. Yani sadece bu işleri başlatmış olması değildir onu önemli kılan. İdarecilik yönünden de adeta bir sihirbazdı. İnsanlara daima dostça yaklaşırdı, iyi ilişkiler kurar ve problemleri çözerdi. Bilgili olmasına rağmen kimsenin uzmanlık alanına karışmazdı. Amerika'da rekreasyon alanında bir eğitim aldığını biliyorum. Beni Milli Parklar’a alan da Zekai Bey'dir. Ben Maden Tetkik Arama Enstitüsü’ne jeolog olarak işe başlayacaktım. Zekai Bey’in bir seminerine katıldım, orada Cilo SAT Dağları’nın milli park olmasıyla ilgili bir sunuş yaptım. Seminer dağılırken yanıma geldi, “Sen ne iş yapıyorsun?” dedi. Ben “askerden dön-düm, iş filan yapmıyorum ama MTA'da işe başlayacağım” dedim. “Sen tam Milli Parklar’a göre adamsın. MTA’da ne işin var, gel benimle çalış.” dedi.
Kaç yılıydı?
1966.
Ankara Üniversitesi Biyoloji’den kaç yılında mezun oldunuz?
1964'te mezun oldum. Askerliğimi Hakkari’de yaptım.
Sizin döneminizde de çift dal programı var değil mi? Tabii ilimler, zooloji, jeoloji gibi...
Tabii tabii. Jeoloji tam olarak yani jeoloji, botanik ve zoolojiyi tam olarak okudum. Yani üç sertifikam var. Jeoloji sertifikası iş bulmak için daha uygundu. Herkes MTA’ya gidiyordu. Ama Zekai Bey'in o teklifi üzerine pekiyi, dedim ve MTA’da alacağım maaşın aşağı yukarı üçte biri defterci kadrosuyla işe başladım ve hiç pişman olmadım. Yani meslek olarak son derece tatmin edici çalışmaların içinde oldum. Büyük bir saygıyla yad ederim bütün çalışmalarımı. Hakikaten hem çalışma arkadaşlarım hem çalışma ortamım hem de aldığım eğitimle olan uyumu açısından çok büyük, iyi bir alandı yaptığım çalışmalar.
Çok teşekkür ediyorum Tansu Bey. Paylaştığınız bilgiler çok kıymetli. Siz pek soru sormaya fırsat vermeden hepsini açıkladınız. Aslında bizim öğrenmek istediğiz şeylerdi bunlar.
Dediğim gibi alan çok güzeldi. Ama çalıştığım ekibin kalitesi de çok iyiydi. Biz daireden çıktıktan sonra evlerimize gidinceye kadar rahmetli Nihat Turan Bey'le yürüyerek, hep işimizi konuşarak giderdik. İşimizi öylesine seven insanlardık. Bir alana gitmeden önce günlerce harita başında çalışırdık. Bilgi toplar, değerlendirirdik. Yani alana gittiğimizde epeyce bir ön bilgiyle giderdik. Gittiğimiz yerde muhakkak ilin valisini, ilçede kaymakamını, köyde muhtarı ziyaret eder, geliş nedenimizi anlatır, ondan sonra işe başlardık. Yani, oyunun bütün kurallarını yerine getirirdik.
Nihat Turan daha eski öldü hatırladığım kadarıyla. Onun da katkıları çok fazla. Ben Kuş ve Memeli kitabını görmüştüm vaktiyle.
Evet, gerçekten müstesna bir insandı. Onun resmi de iyiydi, kendi çizmişti.