Anadolu’da birçok dilek “başını sokacak bir ev” ile başlar. Mutluluk, aş ve iş onu takip eder. 11 ili etkileyen Kahramanmaraş depreminde 50 bine yakın insan hayatını kaybetti. On binlerce insan yaralandı. Bir milyon 200 binden fazla insan göç etti. Bir daha dönecekler mi, yeniden bir evleri olacak mı belli değil. Anadolu insanının en mütevazı dileklerinden biri, bugün acıları çağrıştıran bir kelimeyi barındıran cümleye dönüştü. Başımızı soktuğumuz evler, yaşadığımız mahalleler ve anılarımızı biriktiren kentlerle birlikte artık bir enkazı andırıyor.
Hayatta kalıp deprem bölgesinde yaşamaya çalışanları, artçı sarsıntılar, barınma ve geçinme sorunları kadar zorlayan bir başka konu da yıkılan binalardan geride kalan enkaz. Tahminler, enkazın 104 ila 210 milyon ton arasında olduğunu belirtiyor. 1999 Marmara Depremi’nde bu rakam 13 milyon tondu. Enkazın insan sağlığına ve çevreye etkilerini en aza indirmek için gerekli önlemlerin alınması gerekiyor. Bölgeden gelen haber ve şikayetler, yetkin kuruluşların ve uzmanların uyarılarına rağmen enkaz kaldırma çalışmalarında bu uyarıların dikkate alınmadığını gösteriyor. Cumhurbaşkanlığı Strateji ve Bütçe Başkanlığı’nın “Kahramanmaraş ve Hatay Depremleri Raporu”na göre 11 ilde 518 bin konut, “acil yıkılacak, ağır hasarlı ve yıkık” şeklinde sınıflandırılmış. Bu konutların yıkılmamış olanlarına da inşaat atığı gözüyle bakılabilir. 11 ildeki orta hasarlı konut sayısı ise 131 bin 557. Bu konutların birçoğunun da sahipleri tarafından yıkılacağını düşünebiliriz. Yaklaşık 600 bin konuttan bahsediyoruz. Deprem bölgesindeki illerde az hasarlı konut sayısı da 1 milyon 279 bin. Aynı raporda, sadece konutların enkaz kaldırma ve temizleme maliyetinin 1 milyar 600 milyon dolar olduğu belirtilmiş. Depremin Türkiye ekonomisi üzerindeki yükünün de 103 milyar dolar olacak şekilde hesaplandığını hatırlayalım.

Adıyaman’da yıkılan binaların enkazları kent merkezine yaklaşık 7 kilometre uzakta bulunan organize sanayi bölgesinin karşındaki dere yatağına dökülüyor. Bu dere yatağının devamı Eğriçay ile bağlantılı. Eğriçay’ın suları da başka kollarla birleşerek Atatürk Barajı’na akıyor. Fotoğraf: Onur Polat
İnşaat ve yıkıntı atıkları sadece beton ve demir parçalarından oluşmuyor. Eski bina stokunda karşımıza çıkan asbest en büyük tehlike. 2013 yılından sonra kullanımı yasaklanan asbest kanserojen bir madde. Solunum yoluyla akciğere yerleşen asbest lifleri kansere neden oluyor. Bu yüzden de hem inşaat atıklarını taşırken hem de hasarlı binaları yıkarken FFP3 tipi maskelerden düzenli ıslatmayla tozun kalkmasını önlemeye kadar bir dizi tedbirin alınması gerekiyor. Deprem bölgesinde çadır ve konteynır kentlerin yakınındaki enkaz kaldırma çalışmaları, depremzedeleri asbeste maruz bırakabilir. Hafriyatları taşıyan işçilerin de sağlık sorunlarıyla karşılaşmasına neden olabilir. Bu yüzden inşaat ve yıkıntı atıklarıyla ilgili tüm işler kontrol altında, gerekli sağlık tedbirleri alınarak yapılmalı. Atıkların depolanacağı alanlar da özenle seçilmeli ve yerleşim ile tarım alanlarından uzakta olmalı. Taşınması sırasında kamyonlarda branda kullanılması da gerekiyor. Bu atıkların suya erişimi, rüzgârla dağılmaları, miktarların büyüklüğü de göz önüne alındığında ciddi sağlık sorunlarına yol açabilir. Sadece asbest değil, diğer kanserojen tozlardan da gerek çalışanların gerek depremzedelerin korunması çok önemli.

Depremdeki yıkımda ezilip kullanılamaz hale gelen araçlar, Antakya girişindeki çevre yolu kavşağından Kırıkhan yönüne doğru 6’ncı kilometrede Derince yerleşim alanı içinde toplanıyor. Fotoğraf: Aytaç Kurtuba
Çevre Mühendisleri Odası (ÇMO) İstanbul Şube Yönetim Kurulu Üyesi Utku Fırat, öncelikle bölgedeki tüm geri dönüşüm ve bertaraf tesislerinin kontrol edilerek tespitin yapılması, yetersizlik durumunda da en azından 2. sınıf düzenli depolama kriterlerine uygun yeni tesislerin yapılması gerektiğini söylüyor. ÇMO, depolama alanlarının tatlı ve tuzlu su kaynaklarını etkileyecek mesafede olmaması gerektiğini, çığ ve taşkın risklerinin de dikkate alınması gerektiğini söylüyor. Orman ve tarım alanları da depolama için uygun değil. Deprem sonrası karşımıza çıkan enkazın kentteki bir inşaattan da farkı var. Asbestli malzemelerin yanı sıra bu atıkların içerisinde evsel atıklar, insan ve hayvan cesetleri de olabiliyor. Bu da atık alanları seçimini daha önemli kılıyor çünkü toprağın veya yeraltı sularının kirlenmesi durumunda canlıların sağlığını ciddi şekilde etkileyecek sonuçlar ortaya çıkabilir. ÇMO, atıkların standartlara uygun yerlerde ve sızdırmaz zeminleri hazırlanmış alanlarda depolanmasının önemine dikkat çekiyor.
Deprem bölgesinden toplanan hafriyat dışındaki atıkların sınıflandırılması da çok önemli. Tıbbi ve evsel atıkların ayrılması ve bertaraf tesislerine gönderilmesi gerekiyor. Bölgedeki tesislerin zarar görmesi durumunda hızla yenilerinin kurulması kaçınılmaz bir zorunluluk. İnşaat atıklarının da kentten depolanma alanlarına götürülmesiyle iş bitmiyor. Burada hurda demir, plastik gibi malzemeler ayrılıyor ve yeniden değerlendirilebiliyor. Hafriyat içindeki beton parçaları ise küçültülerek, asfalt ve kaldırım yapımında kullanılabiliyor. Bu malzemelerin yeniden değerlendirilmesi ve böylece atık yükünün azaltılması mümkün. Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı, atıkların yol ve kaldırım yapımında kullanılacağına dair bir açıklama yaptı. Açıklamada, 11 ilde 47 ayrı yerde enkaz döküm sahası oluşturulduğu da belirtiliyor ancak bunların gerekli standartlara sahip olup olmadığı konusunda bilgi verilmiyor. Bakanlık’a bu konuyla ilgili sorular sorduk ancak yanıt alamadık. İnşaat ve yıkıntı atıklarının toplanması ve depolanmasında gerekli tedbirler alınmazsa söz konusu bölgelerde başka sağlık sorunları yaşanabilir. Kalan yeşil ve doğal alanlar vahşi atık depolama alanlarına dönüşebilir. İnşaat sektörü gibi bu alanın da bir rant yarattığını unutmamak gerek. Enkaz kaldırma çalışmaları kamunun sıkı denetiminde veya kamu eliyle yapılmazsa ileride başka sorunlarla karşılaşmak kaçınılmaz hale gelebilir. Acımız büyük, daha fazla büyütmeyelim.