Bundan otuz üç yıl önce 26 Nisan gününde dünyanın en büyük nükleer santral kazalarından biri meydana geldi: Çernobil! Sovyetler Birliği sınırları içerisindeki Pripyat kenti ve çevresindeki 350 bin kişi kazadan sonra başka bölgelere göç etmek zorunda kaldı. Kaza sırasında ve sonraki temizlik çalışmalarında 800 bine yakın kişi çalıştı. Tasfiyeci adı verilen bu kişilerin haklarını savunan birlik, 800 bin temizlikçiden 60 bininin öldüğünü, 165 bininin ise sakat kaldığını söylüyor. Sovyetler Birliği’nden kalan resmi raporlar 25 bin tasfiyecinin öldüğünü kabul ediyor. Çernobil nedeniyle kaç kişinin kansere yakalandığı ve hayatını kaybettiğiyse tartışmalı... Rakamlar birbirini tutmasa da ölen veya hastalanan binlerce insandan bahsediyoruz...

Kirlenen topraklar, hava, su ve zarar gören diğer canlılar, bu trajik tablonun az konuşulan unsurları arasında. Nobelli Uluslararası Nükleer Savaşa Karşı Doktorlar Birliği (IPPNW) 2006 yılında hazırladıkları raporda, 10 bin kişinin tiroit kanseri olduğunu ve 50 bin vakanın daha görüleceğini belirtiyordu. IPPNW’ye göre Çernobil, Avrupa’da 10 bin sakat ve 5 bin ölü doğuma neden oldu. Radyasyonun bugün Beyaz Rusya, Ukrayna ve Rusya sınırlarında kalan bu kirlenmiş toprakların ötesine geçtiğini herkes biliyor. Türkiye’nin radyoaktif kirliliğe maruz kaldığı da özellikle çay örneklerindeki radyasyon miktarı ve başta Doğu Karadeniz Bölgesi olmak üzere ülkede görülen kanser vakalarındaki artışla resmi olmasa da belgelenmiş oldu.

Bugün, santrali merkez alan 30 km yarı çapında bir alana kontrolsüz girilmiyor. Çernobil Nükleer Santralı’na ev sahipliği yapan Pripyat kentinde âdeta duvarlar birbirleriyle fısıldaşıyor. Radyasyon seviyesinin düzenli kontrol edildiği bölgedeki tek değişiklik çekirdek erimesi yaşanan 4 numaralı reaktörün üzerini kaplayan ve radyasyonun doğayla buluşmasını önlemeye çalışan lahitle reaktörün yanına kurulan ve güneşten elektrik üreten panel. Çernobil hem sorunu hem de çözümü gösteren bir yer artık. Çernobil’in ıssızlığının tek umudu, gelecek kuşaklara ders olabilmesi.