Türkiye’de et tüketiminin karşılanmasında en büyük paya sığırlar sahip. Sayıları ithalatla artsa da talep karşılanamıyor. Nüfus artışı ve artan tüketim ithalata mecbur mu bırakıyor?
Yetiştiricinin eline geçen fiyatla tüketicinin ödediği fiyat arasında oldukça büyük bir fark var. Öte yandan et konusu aynı zamanda süt konusuyla çok yakından ilgili. Süt sanayisinde az sayıda süt ve ürünlerini işleyen şirketten oluşan tekelci bir durum mevcut. Bunlar uzun yıllardır çiftçinin eline geçen fiyatları baskılıyor. Süt üreticisi aynı zamanda et üreticisi. Doğan hayvanlardan bir kısmı et üretimine gidiyor. Çiftçi eline geçen süt fiyatları yeterince artmadığında (yem fiyatları bu arada çok hızlı artıyor) üretimden vazgeçip hayvanlarını kesiyor. Bu süreç de ülkemizde et üretiminin düşmesine yol açıyor. İthalata mecbur değiliz ancak çiftçinin eline geçen et ve süt fiyatlarının adil olması gerekiyor.
Küçük çiftçilerin durumu giderlerin artmasıyla daha da zorlaştı. Fotoğraf: Engin Kaban
Türkiye’nin hayvancılıkta ithalata bağımlı kalmasında en büyük payın yem fiyatları olduğu söyleniyor. Yem pahalandıkça hayvancılık da pahalanıyor?
Hayvancılıkta kaba yemin önemli bir kısmının meralardan sağlanması gerekirken ülkemizde meralar çok yetersiz ve verimi düşük. Bu nedenle yoğun yeme (sanayi yemi) dayalı bir hayvancılık yapılıyor. Sanayi yeminin ham maddesinin önemli kısmı ithale dayalı. Özellikle döviz kuru artışı maliyetin artmasına yol açıyor. Bu kısır döngü çözülmedikçe hayvansal üretimin maliyeti çok yüksek oluyor.
Neden yem üretemiyoruz?
Yeterli yem üretmeye uğraşmak başarılması çok güç bir görev. Asıl yapılması gereken meraları geliştirmek. Ancak buğday, arpa vb. üretiminin de azalması ve kısa boylu buğday çeşitlerinin yaygınlaşması nedeniyle saman üretimin de gerilemesi bu sorunu derinleştiriyor.
Türkiye 2010 yılından bu yana 3 milyon 800 bin sığır ithal etti. Fotoğraf: Hüsamettin Bahçe
İthalata verilen para, üreticiye destek olarak verilse ekonomik açıdan daha doğru olmaz mı?
Olur şüphesiz. Destekler bugünkü gibi süt primi vb. değil, doğrudan çiftçinin eline geçen süt ve et fiyatlarının makul düzeylere gelmesi için yapılmalı. Bu da Et ve Süt Kurumu’nun doğrudan destekleme alımı yapması şeklinde olabilir. Asıl yapılması gereken bu alanda çalışan kooperatifleri geliştirmek için destek verilmesidir.
Türkiye sadece ekonomiyi değil, sağlığımızı da etkileyen et ithalatı sorununu nasıl çözebilir?
Meraların daralması önlenmeli, geliştirilerek ot verimi ve kalitesi artırılmalıdır. Bu yönde bütüncül mera yönetimi yaklaşımı benimsenebilir. Destekler çiftçinin eline geçen fiyatları etkileyecek tarzda olmalıdır. GDO’lu yem hammaddesi ithalatı yasaklanmalı, ekolojik et, süt üretimi ve tüketimi özendirilmeli. Yoğun yeme (sanayi yemi) dayalı beslenen hayvanların ürünleri (et, süt, yumurta) toksik maddelerle yüklü olduğu gibi, besleyici özellikleri açısından da olumsuzdur. Bu ürünlerde omega 3, konjüge linoleik asit (CLA) ve K12 vitamini açısından fakirdir. Buysa birçok hastalıklara yol açar. Ayrıca endüstriyel et üretimi çevre açısından çok zararlı. Gübre havuzları yeraltı sularını kirletir. Ekolojik et üretimiyse küçük ve orta büyüklükteki işletmelere dayandığından sosyal açıdan da olumludur. Meraların geliştirilmesi erozyonu önler, küresel iklim değişikliğini engeller. Bu yüzden de sadece meradan beslenen hayvanların ürettiği ürünler desteklenmeli. Sağlıkla ilgili sorunun çözümü için de hayvan hastalıklarıyla daha etkili mücadele edilmeli, devlet desteği ve kamusal veterinerlik hizmeti artırılmalı.
Köyden kente göç, tarımla uğraşacak genç nüfusun da kırsalı terk etmesine neden oldu. Hasankeyf. Fotoğraf: Hüsamettin Bahçe