Hava fotoğrafçılığına nasıl başladınız? 

1996 yılında Almanya’da başladım. Havacılığı ve fotoğrafçılığı birleştirmemde bu işi bana öğreten Werner Peters’in çok katkısı oldu. Kendisi Almanya’nın en eskilerinden. Şu anda 83 yaşında ve Antalya’da yaşıyor.

Hava fotoğrafçılığından önce fotoğrafçılığa ilginiz var mıydı?

Daha ilkokuldayken Çanakkale’nin Bayramiç ilçesinde yaz tatillerinde fotoğrafçı çırağı olarak çalışırdım. Dayım havacıydı. Belki de ona olan hayranlığım beni havacılığa yöneltti. Havacılık ve fotoğrafçılık merakı, hava fotoğrafçısı olmamı sağladı.

Hava fotoğrafçılığını meslek haline getirmeniz nasıl ilerledi?

İlk yıllarda bu işi daha çok keyif için yapıyordum. Almanya’da bir arkadaşımla az bir peşinat verip krediyle küçük bir Cessna 172 uçağı almıştık. Asıl amacım tüm Avrupa’yı bu küçük uçak ile gezmekti. Fakat benzin alacak param bile yoktu. Uçtuğum yerlerde havadan güzel görünen evlerin fotoğraflarını çeker ertesi gün kapı kapı dolaşır bu evleri ziyaret ederdim. İnsanlar evlerinin havadan fotoğraflarını görünce hemen alırdı. Kapıyı açtıklarında elimdeki fotoğrafı gördüklerinde yüz ifadelerine göre fiyat verirdim. O bölgede yeterince satış yaptıktan sonra başka bir şehre geçer orada çekimler yapardım. Sonra yine evleri dolaşır satardım. Bu şekilde uçuşumu finanse edip bütün Avrupa ülkelerini gezdim. Venedik bölgesinde 1999 yılında yaptığım uçuşun ardından reklam ajanlarını dolaşıp çektiğim fotoğrafları kullanmak isterler mi diye soruyordum. Bir firmayla anlaştım ve elliye yakın fotoğraf verdim. Onlar da bunları kartpostallarda kullanmışlar. Üç sene önce tekrar Venedik’e gittim ve çekmiş olduğum fotoğrafların hala kartpostal olarak satıldığını gördüm. Zaman içerisinde talepler çoğalınca tüm zamanımı bu işe verdim. Yirmi yıldır hava fotoğrafçılığı yapıyorum ve ellinin üzerinde ülkede uçuş gerçekleştirdim. En son 4 yıl önce 7000 saatlik çekim uçuşum oldu. Sonrasında saatleri tutmayı bıraktım. 

Türkiye’ye gelişiniz nasıl oldu?

2000 yılında Öger Tur’un merkez ofisi, Hamburg’tan aradılar. Görüşmede Vural Öger de vardı. Akdeniz ve Ege kıyılarının tanıtım fotoğraflarını çekmem istendi. Benim için önemli bir işti çünkü hem kendi vatanımı fotoğraflayacaktım hem de bu şekilde diğer uçuşlarımın masraflarını çıkarabilecektim. Bu işten kazandığım tüm parayı, Türkiye’nin başka bölgelerini kendim için arşivleyerek harcadım. Ve yine param bitti fakat elimde inanılmaz bir Türkiye arşivi oldu. Sonrasında bu arşivle kapıları çalmaya başladım. Ancak o yıllarda belediyeler dahil tüm kurumlar “biz bunları ne yapacağız?” diyerek fotoğrafları neredeyse bedavaya almaya kalktı. Sonuçta yine parasız kaldım ta ki Denizli’de organize sanayi bölgesindeki fabrikaları çekene kadar. Tekstil sektörünün en parlak dönemiydi 2001 yılı. İşin ilginci orada da kimse benim ne yaptığıma bakmadan “filanca yaptırıyor iyi bir şeydir diye düşünüp yaptırdı”. Bir günde 200’ün üzerinde fabrika çektim. Ertesi gün bunları satınca hemen Antalya’da şirketimi kurdum. Sonrasında oteller, tanıtım vakıfları derken Turizm Bakanlığı, Karayolları, inşaat firmaları sıraya girdi. O günden bu yana Türkiye’de uçmadığım şehir kalmadı.

Hava fotoğrafçılığı sizce neden önemi? 

Hava fotoğrafı bir bütünü gösterir. Karadeniz’deki yaylaları, Ege’deki koyları, boğazın ihtişamını ancak hava fotoğrafları ile ortaya koyabilirsiniz. Nasıl özgeçmişinizdeki vesikalık fotoğraf sizi özetliyorsa yeryüzünün anlatımı, büyük yapıların sunumu da hava fotoğrafları ile mümkün olur. Bu sayede büyük projeleri daha iyi etüt edebilirsiniz. Hava fotoğrafı yeryüzünün sayısallaştırılması yani haritacılıkta da çok önemlidir. Özel kameralar ile çok büyük yerlerin kısa zamanda haritama işlemini yapabilirsiniz.

Gittiğiniz yerlerden sizi etkileyen bir hikayenizi paylaşır mısınız?

2007 yılında Harran Ovası’nda uçuş yaparken uçağımızdaki sorundan dolayı bir tarlaya acil iniş yaptık. Tarlada çalışanlar önce yanımıza yaklaşmadı, çocuklar uçağa UFO bize de uzaylı gibi bakıyordu. Daha sonra içlerinden biri yanımıza doğru gelince diğerleri de yavaşça yaklaşmaya başladı. Uçağın tamiri parça beklememizden dolayı iki gün sürdü. Köylüler bize ekmek, karpuz, peynir getirdi. Gece yarılarına kadar ateş yakıp sohbet ettik onlarla, iki gün boyunca bize çok iyi baktılar. Esas ilginç olanı uçağımızın tamiri bittikten sonra bir köylü kadının traktörü ile gelip bizimle konuşmasıydı. Yanında 3 tane kızı vardı. Bana dönüp aynen şöyle dedi:

“Biz hiç İstanbullu görmedik. Benim üç tane kızım var (kızları traktörün kasasından bize bakıyor). En büyük olanı15 yaşında, onun küçükleri de 14 yaşlarında ve ikiz. Büyük olanını muhtarın oğlu ha kaçırdı ha kaçıracak. Gel al birini götür de hiç olmazsa İstanbul’u görürler.”

Bunu söyleyen köylü kadına ‘abla’ diye hitap ediyordum. Ben 33 yaşındaydım ve kadının da en az 40-45 olduğunu düşünüyordum. Sonra babam yaşlarında olduğunu düşündüğüm, kızların babasının 30 yaşında olduğunu duyunca kendi yaşımı hiç söyleyemedim. Doğunun o şartlarında insanın çabuk yaşlandığına orada şahit oldum. Kızlarını getiren kadın beni damadı yapamadı diye epey üzüldü. Fakat güzel olan oradaki çocukları kısa süreli olsa da uçurduk ve çocuklar hayatlarında görmedikleri bir uçak ile havadan gezme fırsatı yakaladılar. Şu an bile öyle yerlere her gidişimizde çocukları uçurmanın heyecanını paylaşıyoruz. Bazıları ile haberleşiyoruz ve pilot olmak istediklerini söylüyorlar.