Anadolu insanı köklerinden yetmiş iki kere koparıldı. Her seferinde o köklerle yeniden buluşmayı başardı. Özünü korudu. Hayır, bu öyle büyük devletler kurup meydan muharebelerinde zafer çığlıkları atarak gerçekleşmedi. Sabah çiğinin ilk ışıklarla parıldaması, turnanın kanatlarıyla çaldığı ıslık gibiydi her şey; karıncanın demirin üstünde bıraktığı ayak izi; bağlamanın yüreğimizdeki vuruşu gibi. Zarafet ve sabırla gerçekleşti.

Cüneyt Oğuztüzün’ün hikâyesi de âşığı olduğu Anadolu’ya benzer. Onun ömrü, zarafet ve sabırla işlenmiş bir isyandı. Cüneyt belki tam da bu nedenle kurulu düzeni reddederek ömrünü Anadolu’yu fotoğraflamaya adamıştır, bilemeyiz... Emin olduğumuz tek şey, onun Anadolu ile et ve tırnak gibi birleşerek bu coğrafyanın belleğini belleklerimize taşıdığı; unutulmayacak fotoğraflara can vererek Anadolu’nun binlerce yıllık isyanına katıldığı...