Tatarca-Rusça Sözlük’e baktığımızda ise söz konusu Nardugan kavramının anlamlarının şu şekilde verilmiş olduğunu görebilmekteyiz. Bu sözcüğün ilk ve esas anlamı yeni yıl veya bir çeşit yılbaşı olarak verilmediğini görmekteyiz. Ancak gün durumu anlamında kullanılan bu kelimenin etnografik dönemden beri kutlanan bir bayram anlamını verdiğini de ifade edelim burada. Bu bağlamda Nardugan sözcüğü kış gün durumu ve yaz gün durumu ile ilgili kullanılmakta olduğu anlaşılmaktadır. Bu sözcüğün verdiği ikinci anlam ise Rus Hırıstiyan geleneğindeki Svyatki olarak bilinen ve İngilizcede de Krismas’tan vaftiz dönemine (Epyphany) dek süren bir dönemi kapsayan Christmastide (ya da Yuletide) denilen bir zaman dilimi ile birebir örtüşmektedir. Uygulama olarak da bu kutlamalar Ortodoks Hıristiyanların sadece Ruslarda değil Doğu Avrupa’da yaşayan Slav halklarının da kutladığı bu Svyatki denilen kutlamalara büyük benzerlik göstermektedir. İşte bu Svyatki kavramı Slav dillerinde ışığın doğumu, mübareğin ya da kutsalın doğumu veya ateşin doğumu anlamına gelmektedir. İşte bu noktada asında nur doğumu ya da nar doğumu çok daha iyi anlaşılmaktadır. Esasında bu bayram birçok açıklamalardan da anlaşılabileceği üzere Doğa’da gündüz süresinin artık yavaş yavaş uzamaya, karanlıkların süre olarak ise kısalmaya başladığı bir döneme giriş anlamına gelmektedir. XIX. yy'da ilk kayıtlarına rastlanılan ve Ocak ayının ilk haftasına kadar kutlanan Nardugan bayramında olumsuzluk yapabilecek güçlerin geri çekilmeye başladığına inanılmaktadır. Ateş yakarak insanlar bu dönemde eski Türk döneminde Kün Tengri olarak bilinen önemli bir tanrıya yakarmakta, onun bir an önce gücünü daha çok göstermesi için yalvarmaktadır. Anlaşılacağı üzere özünde dışarıdan alıntılanan ve bir kısım Türk halklarınca içselleştirilen bu bayramda bile kültürel tabakalar iç içe geçmiş durumdadır. Esasında Nardugan bayramı günümüzde, bu bayramı Svyatki olarak kutlayan Ruslarla birlikte Volga-Ural coğrafyasında yaşayan Türk ve Fin-Ugor halklarınca kutlanmaktadır ve bu nedenle de sosyokültürel bir gerçekliktir. Belki de böyle bir içselleştirmeye başka bir örnek de ad itibariyle yabancı kültürün etkisini içeren Hıdırellez, yani Hıdır ve İlyas bayramı olabilir Balkan ve Anadolu coğrafyasından verilebilecektir.
Bu arada söz konusu bu bayram Kületke olarak Şamanizm’i günümüzde de sürdüren Hakas Türklerinde de yine Hıristiyanlık inanç sistemi ve kültüründen devşirildiği şekliyle kutlanmaktadır. Başkurt tarihçilerinden Doç. Dr. Ahat Salihov’un verdiği bilgilere göre Nardugan bayramı artık Başkurtlarda pek yaygın bir biçimde kutlanmamaktadır. Kületke olayı aslında Hakaslarda da pek yaygın değildir artık. Gregoryen takvime göre Yeni Yıl’dan önce insanlar değişik kılıklara girerek ev ev dolaşmakta ve son günlerini sayan Eski Yılı temsil eden kahramanlar olarak insanlardan ikramlar koparmaya çalışmakta ki insanlar zaten güzel hediyeler ve tatlılar hazır bulundurmaktadır. Bütün bunları göz önünde bulundurduğumuzda diyebiliriz ki ya burada bir etkileşim var, ama birinin biraz daha ağır bastığı veya ötekinin veya bu bayramın Hunlardan beri kutlandığını kabul edebilmeliyiz.
Peki, Hunların veya eski Türklerin yılı peki ne zaman başlıyordu acaba? Öncelikle bu konuda tanınmış Türk kültür ve sanat tarihçilerinden olup eski Türklerin aslında öyle anlatıldığı gibi tek tanrıcı değil çok tanrıcı olduğunu ifade eden Emel Esin’i dinleyelim. Bu araştırmacı tanınmış Ukraynalı ve Amerikalı tarihçi Prof. Dr. O. Pritsak’a dayanarak eski Türklerin takviminin Zhou/Chou, yani Çin’de MÖ. 1050’den itibaren erki elinde tutan ve büyük olasılıkla Türk kültür çevresinden gelen hanedanına benzer biçimde “kış tahavvülünde”, yani 25 Aralık’tan çok kış mevsiminin başında ya da güz mevsiminin sonunda başladığını ifade etmektedir. Bununla birlikte Esin Hunlar ile Türklerde o kadim devirlerde en büyük ve önemli ayinin “yaz tahavvülü” esnasında, yani yazın başlangıcında veya Çin takvimine göre beşinci ayda gerçekleşmekteydi. Neredeyse XX. yy’ın başına kadar yazın başında Hakaslar da düzenli olarak Dağ ayinlerini düzenlemekteydi.
Şimdi de Türklerin yılının ne zaman başladığı konusunda sözü tanınmış Rusyalı ve Sovyet tarihçi ve Türkologlarından Prof. Dr. Lev Gumilev’e verelim. Bu bilimciye göre eski Türkler tarih akışını “bahardan bahara”, yani eski Çin kaynaklarına göre VI. yy’da eski Türkler bu akışı “otların yeşermeye başlaması” ile takip etmekteydi. Buradan da anlaşılacağı üzere eski Türklerde yıl baharda başlamaktaydı ve bahsedilen bu anlayış daha sonra VIII. yy’da Türklerde bu sefer Hayvan takvimine ilişkin döngülerine dayalı bir kronoloji sistemine yerini bırakmıştır.
Yukarıda dediğimiz gibi yıl boyunca gün-tün eşitlik günü ile gün durumlarıyla ilgili dört tarih birçok kültürde önemlidir. Örneğin 1970’li yıllarda Hakas topraklarında Paleolitik dönem yerleşim yeri kazılarını gerçekleştiren SSCB, daha sonra da Rusya Bilimler Akademisi üyesi Prof. Dr. Vitaly Lariçev Hakas’ta 18.000 yıllık uzay gözlemevini keşfetmiştir. Söz konusu bu gözlemevinin önünde de engin bir alanda yaz gün durumu olan 22 Haziran civarındaki tarihlerde büyük Şaman ayinlerinin yapıldığından söz etmektedir. Söz konusu Şama geleneği günümüzde Hakaslar tarafından gündüz süresinin en doruğa ulaştığı güne ithaf edilen Kün Pazı, yani Güneş Başı adı altında kutlanmaya devam edilmektedir.
Eski Türklerde aşağı yukarı durum anlaşıldıktan sonra Hunlara da değinilelim kısaca. Moğol ile Türk halklarının atası olarak kabul edilen Hunların takviminde yılbaşı tarihinin 21-22 Mart günlerine denk geldiğini Milattan çok öncesine ait eski Çin kaynaklarından öğrenilebilmektedir. Bu bilgiyi veren Prof. Dr. Alimcan Ziyai aynı zamanda Hunların her yılbaşında kalabalıklar halinde bir araya gelerek tapınma merasimlerini düzenlemekte olduğunu ifade etmektedir. Söz konusu araştırmacıya göre inanç sistemi Kamlık ya da Şamanizm olan eski Hunların MÖ III. yy'da baharda Yeni Yıl kutladıklarından söz edilebilir.
Böylece bu kısa yazıda şu noktalara varmış bulunmaktayız. Nardugan bayramı ile Ayaz Ata ve Kar Kız motifleri her ne kadar Hıristiyan kültüründen de geldiyse günümüzde bu geleneği çeşitli adlar altında devam ettiren Türk, Fin-Ugor ve Slav halkları vardır. Kaldı ki söz konusu bayram özü itibariyle tek tanrıcı inanç sistemlerinden de öncesine dayanmaktadır. Sibirya yerlisi Hakas ve bölgedeki diğer Türk halklarının ise Hunlardan ve eski Türklerden beri yılbaşı bayramını Nevruz adını bilmeden ve tanımadan yılın başı anlamına gelen Çıl Pazı gibi Türkçe bir ad altında kutladıklarını da öğrenmiş bulunmaktayız.
Son noktayı koymadan önce de burada hatta şunu da belirtelim. Bilindiği gibi Türk dünyasının en kuzeyinde yaşayan halkın adı Saha ya da Yakutlardır. Ataları daha eski Türk döneminde ataları Kurıkanların yaşadığı Güney Sibirya’dan ayrılmıştır kuzeye doğru. Tanınmış Rusyalı ve Sovyet Türkolog Prof. Dr. S.E. Malov’a göre Bulgarca ile birlikte en eski Türk dillerinden biri olan Yakut dilini yaşatan Sahalar Hakasların bir kabilesi olan Sağaylar ile beraber Prof. Dr. A.Z.V. Togan’ın da belirttiği gibi Sakaların (MÖ VII. yy) uzantılarıdır. İşte Saha Türklerinde Yılın başlangıcı ve Doğa’nın uyanışı anlamına gelen Isıah bayramı kışın değil Mayısın sonu ile Haziran aylarında kutlanmaktadır. II. Dünya Savaşı öncesi dönemde de bu Isıah ulu günü tıpkı Hakasların Kün Pazı bayramı gibi 22 Haziran’da kutlanmaktaydı. Bu tarih de açıkçası kışa değil ilkbahara daha yakın durmaktadır. Ayrıca kuzeyde yeni yılın baharda değil de birkaç ay gecikmeyle kutlanması pek de anlayışla karşılanamayacak bir durum değildir aslında. Isıah bayramında içilen içecek ise İskitlerden beri bilinen kımızdır. Bütün saçılar, yani çevredeki ruhlara yönelik sunular işte bu içecek ile yapılmaktadır.
Peki, birçok araştırmacıya göre Türklerde yeni yılın baharda kutlanmasını İran kültür etkisiyle açıklayabilmek pek yerinde ve gayet de doğaldır. Hal böyleyken bu yazıda, dünyanın ilk yazı sistemini meydana getiren ve kullanım geleneğini başlatan, dolayısıyla da yazılı tarihe ilk imzayı atan Sümerlere hiç mi değinmeyeceğiz acaba? Sümerlere baktığımızda ise; dünyanın gelmiş geçmiş en önemli Sümerologlarından, Yahudi asıllı Amerikalı bilimcilerden Samuel N. Kramer’in de dil olarak en çok Türkçe, Fince ve Macarcanın yer aldığı Ural-Altay dillerine büyük yakınlık gösteren kadim Sümer kültüründe yeni yılın bahar mevsiminde başladığını görebilmekteyiz. O nedenle Sümerliler pek önemlidir.
Anadolu’ya tarih veya mevsim akışı bakımından yaklaşıldığında bu topraklarda Fars kültürünün etkisi gerçekten de yadsınamaz seviyededir. Bu öyle bir etkidir ki Küçük Asya’da mevsim adlarının anlamları itibariyle kaymasına yol açılabilmiştir. Fars kültüründen gelen bahar sözcüğü ile birlikte mevsim isimlerinde ciddi bir değişim yaşanmıştır. Bu kelime eski Türkçedeki bahar anlamına gelen jaz, yani yaz kavramının yerini almış ve bazen de ilkbahar biçiminde de anılmaya başlanmıştır. Önüne son eki getirilerek de Türk kültür çevresinden gelen kadim güz kavramı yerine de geçmiştir. Bunların neticesinde esasında bahar anlamına gelen yaz kavramı da Anadolu’da bir adım geriye çekilerek yaz mevsimine kaymış, eski Türkçe yaz (summer) anlamına gelen jaj, yani yay kavramı ise bir mevsim adı olarak ortadan kalkmıştır neredeyse ve yerini bahar anlamına gelen yaz sözcüğüne bırakmıştır. Mevsimler bazında meydana gelen bu anlamsal kaymalar çok ilginç bir konudur gerçekten.
Tekrar bir toparlayacak olursak Sibirya Türklerinde Çıl Pazı, yani yılbaşı olarak kutlanan yeni yılın bahar mevsiminde kutlanması geleneğinin Sümerler zamanından beri binlerce yıl boyunca varlığını içinde yaşadığımız MS III. binyılın başına dek sürdürmekte olduğunu ifade edebiliriz. Bununla birlikte sadece kendi doğrularını değil aynı zamanda kendi yanlışlarını ve başkalarının doğrularını birer gerçeklik olarak kabul eden Şamanlık dünya algısı çerçevesinde Nevruz ve Nardugan, ayrıca Noel Baba, Ayaz Ata ve Kar Kız gibi kutlama ve motiflerin Türk dünyasının birer sosyokültürel gerçekliği olduğunu vurgulamalıyız. Yani bu konulara kim daha uzağa tükürebilecek ve bilhassa şunlar yasak olsun bunlar kutlanmasın mantık ve zihniyetiyle yaklaşılması ne insanlığa ne de sözde değil özde hoşgörü kültürüne sığar ve yakışır. Kısaca bütün bayramlar insanlığa zarar vermediği sürece bizimdir ve kültürel mirasımız dâhilindedir.