Aralık 2015 tarihli 8. sayımızda yayın yönetmenimiz Özcan Yüksek, Rize ve Artvin’in direnişçi üç kadınıyla konuşmuştu: Birgül Gönül Gülay, Havva Ana, Yeşil Artvin Derneği Başkanı Nur Neşe Karahan. O günden bugüne Doğu Karadeniz Dağları’nın doğasını tehdit eden sayısız haber yayınladık. Ancak Artvin’in doğasını korumak için yıllardır süren mücadelenin ardından kazanılan hukuki zafer, yeni bir ÇED (Çevresel Etki Değerlendirme) kararıyla tehdit altında. Rize İdare Mahkemesi’nin 2015’teki “hak ihlali” kararı ve daha önce ÇED olumlu kararının iptali ile gelen başarı, yeni süreçte madencilik faaliyetlerinin tekrar gündeme gelmesiyle gölgeleniyor.

Bölge, doğal Karadeniz ormanları ve biyolojik çeşitliliğiyle kuşların göç yollarında stratejik bir konumda yer alıyor. Ayrıca Çoruh Nehri Havzası, Avrasya ve Doğu Afrika arasındaki göç eden kuşlar için hayati bir geçiş noktası olarak biliniyor. 2020 yılında Dünya Kuşları Koruma Kurumu tarafından dünyanın 277 tehlike altındaki önemli kuş alanından biri olarak tanımlanan bu bölge, yeni madencilik girişimleriyle tekrar ciddi bir tehdit altında.

Yeşil Yol Cerattepe ve Üç Kadın 1

Yayla ve kemençe, birbiri için vazgeçilmez iki önemli gelenek. Çamlıhemşin'deki kemençe ustası Zafer Sönmez, bu kültürü sürdüren sanatçılardan.

Çamlıhemşin’de, adını yüksek yamaçta sıralanmış evlerden alan Konaklar Mahallesi’ndeki asırlık taş evinin önünde, 71 yaşındaki Gönül Gülay teyze, coşkulu bir doğa destanı gibi anlatıyordu. Söyledikleri, orada geçen çocukluğumun anılarına, yakın coğrafyada işittiğim sözcüklere dokunuyordu:

“Düşünün ki bizim bu dağların her bir çalısının altında ayak izlerimiz, el izlerimiz vardır. Şu gördüğün yerde bizim evimiz var mesela. İşte kayabaşları filan; oralardan aşağıya hep birlikte ot keser ve taşırdık. İneklerin otunu. Hayvan yemi yapardık yani. Çayırlıktı, açıktı her yan... Oradan aşağıya doğru görünen orman kısmına çaça deriz. Yapraklar döküldü mü onları süpürüyorsun. Herkesin yeri vardı, bugün bu tarafı siliyorsun süpürüyorsun, oradan alıyorsun, hovan dediğimiz boşluğa taşıyıp yığıyorsun. Onun yeri vardı ormanda. Sarmaşıklar kurtarılırdı, sarmaşık saran ağaç kurtarılırdı. Hatta derlerdi ki ağacı sarmaşıktan kurtaranlar bir hac yapmış kadar sevap kazanır. Evet, öyle derlerdi... Öylesine kıymetli işti. Ne diyeyim, ağaçlara diken falan çıkmazdı. Bir de keçi vardı, keçi ormana zararlı değildi. Keçi ormanın en faydalı hayvanıdır.

İsmini şimdi hatırlamıyorum. Hani böyle sarıdır, hatta dikeninin tazesi de yenir. Böyle boncuk gibi şeyler olur. Acayip, ormanı tüketen sarmaşık, güzel de olur... Hah! Havluluk, havluluk... Bu devletin yapacak başka bir işi var. Kardeşim, üç bin kişi mi tutarsın, beş bin kişi mi tutarsın! Kara para aklayacaksın ya, gel ormanı her tarafını tepeden tırnağa bir temizlettir. Mağola (dikenlik) can kurban. Mağol en azından fidan götürmüyor yukarı, ama temizlemesi kolay oluyor. Fakat sarmaşık korkunç bir şey...”

Gönül teyze, böyle söylüyor çünkü, ormanın bakımsız bırakılmasına içerlemiş. Ekliyor sonra: “Yeşil Yol yapıp Araplara pazarlayacağınıza ormanları kurtarmaya çalışın. Ya, korkunç bir gelir kazanırsın. Turist getirsen beş sene sonra onlar da mutsuz olacak. Gelmez zaten. İsrailliler geldi, bitti. Gelmiyorlar.” 

Gönül teyze masallardaki iyilik ve kötülüğü anlatır gibi konuşuyordu. Çoğu zaman araya hiç girmiyor, çağlayarak akan Fırtına Deresi’nin coşkusunu kesmekten sakınır gibi onu dinliyordum; ona şunu sordum: 

- Peki, Yeşil Yol, Yeşil Yol deniyor adına. Hakkında çok fazla kişi konuşamadı. Bir çobana rastladım mesela, hem karşı hem değil... Bir yandan da yoksul! İşte biz de turizm yapacağız diyor örneğin...

- He, illa ki çok zengin olacak.

- Tamam, olabilir. Yeşil Yol’u savunabilirsin, ama burası sadece sana ait değil, dedim. Yani senin dedenin de olabilir ama burası hem tüm dünyaya ait. Hayvanı var, bitkisi var, daha bilmediğimiz neleri var! Yani burası bir arsa değil...

- Tabii ya, burası doğa. Şimdi ben önce hayvanları düşünüyorum. Dün akşam mesela, ayı gelmiş. Önceden gelmiş, buralardan ufaktan yemiş, yine gelmiş. Dün gece de gelip biraz al mış, onun da hakkı yani. Onlara hiç imkân bırakmayacaklar. Tamam sıkılıyorlar. Ama hayvan o, o da yiyecek. Bizden önce onlar varmış bu dünyada. Yani bu doğa, herkesin doğası. Beyaz adam doğayı kendi malı sanıyor, halbuki kendisi doğanın malı. Biliyorsun, Kızılderili şefin mektubu çok güzeldir. Onu bir daha elime geçirmem lazım. Onu her yere asacaksınız bayrak gibi. 

Yeşil Yol Cerattepe ve Üç Kadın 2

Samistal, Fırtına Vadisi'ndeki en uzak yaylalardan biri. Yazları az da olsa gelenler tarafından şenlendiriliyor. Pazar'dan gelenlerin kimileri Yeşil Yol'a karşı olduğunu söylerken Çamlıhemşin'den gelen yaylacılar direniyor. 

İstanbul’da bir taksiye binmiştim, sürücü Karadenizli, onun söylediklerini aktarıyorum Gönül teyzeye. Ben destekliyorum, diyordu taksici, insanlar bu güzellikleri gidip görsünler, göremiyorlar. İmkân yok, arabayla çıkamıyorlar diyordu.

Gönül teyze yine öfkeli: Onda akıl var mı? İnsanlar tabii oraya gidecek, şöyle bir minibüse dolup gidecek kardeşim. Dağdan inip gelen, aşağı indiğinde, “ne gördün yaylada” diye sorduğunda, hiçbir şey görmemiş olacak bu yol yapılırsa, hiçbir şey... Ne çiçek, ne de böcek. Zaten doğanın hiçbir şeyini gördüğümüz yok! Mesela bizim çemak dediğimiz bir ot vardır. Getirin şunu bir görelim mesela. O çemak değişik, güzel bir şey. Kokusunu ben çok severim, çocuklukta onunla büyümüşüz diyelim. Döşek yapardık ondan, yastık yapardık. Onun içinde yatardık, otların içinde yatardık yani. Öyle her zaman katırlarla yük çıkarmak kolay mıdır? Çemak biraz tazeyken koklarsan burnun akar, beyin dolandırır. Hayvanlar da onu tazeyken yerse çok dokunur, rahatsız eder. Ama yarı kurudu mu, bir şey yapmaz. Onun güzelliği... 

Gönül teyze, Yeşil Yol’un gerçek rengini bir güzel anlattı, anlatırken de beni o vadiden o vadiye, o ormandan bu ormana dolaştırdı sözcükleriyle; Kaçkarlar’ın, Fırtına Vadisi’nin haritasını, doğasını aklıma nakış gibi işledi:

- Kimse görmez ve bilmez. O dağlara bilenler gidecek, o yol, Yeşil Yol mu? Amaçlı yol. O yolun hiç kimseye bir faydası yok. Birilerinin cebi dolacak, şişecek. Birilerine para kazandırılacak, birileri de payını onlardan alacak. Bitti gitti, olay bu. Proje yok, hiçbir şey yok. Bize harita gösterirler, avukatlarımıza. Haritada minicik bir Samistal. Gittin mi görürsün. Vanag’ın böyle birazcık dışında az bir şey bir mera koymuşlar. Diğeri yeşil orman olarak gösterilmiş. Öteki de taşlık. Orada orman yok, orman Pokut’ta var, az bir şey. Samistal’de Pertuz diye bir yer, oradan aşağı Çamlık’a doğru var. Daha yukarıda orman yok, sadece kumar var, o da belirli bir bölgede. Onun dışında tamamen endemik bitkiler; çiçeği, böceği, otu. İşte o soğanlı, hani kozboncuk deriz, biri beyaz açar diğeri safran sarı çiğdem. Onlar var, her çeşit çiçek var. Gören gözler için. Kör olan için hiçbir şey yoktur. Boşuna yapılıyor o yollar. Umarım hiç yapılmaz, olmamasını diliyoruz. 


Yeşil Yol Cerattepe ve Üç Kadın 3

Cerattepe'de maden şirketi, sondaj çalışması sırasında, geniş bir ormanlık alanı tıraşlamıştı.

Yeşil Yol Cerattepe ve Üç Kadın 4

Doğa Derneği'nin hazırladığı, Yeşil Yol Projesi'ni tarif eden harita.

Yeşil Yol Cerattepe ve Üç Kadın 5

Rabia Özcan, halkın ona bulduğu isimle Havva Ana, Yukarı Kavrun Yaylası’nda yaşıyor. Bilgece söylediği devlet biziz sözüyle Türkiye'de büyük hayranlık uyandırmıştı.

HAVVA ANA

“Devlet benim” diye kendisini jandarmanın önüne atan Rabia Özcan’ı, diğer adıyla Rabia Anayı yaylası Yukarı Kavrun’da ziyaret ettim, gece yarısına kadar konuştuk. O da öfkeliydi, yaylasını kimselere vermemek konusunda kararlıydı. “Bizim bir adamımız, senin yüz adamına bedel!” Böyle diyordu. Bazen soruyu sormama gerek kalmadan, hakkında söylenenleri anımsıyor, kızgınlığı artıyor ve yanıtlarını sıralıyordu:

- Üç beş çapulcu ha şimdi de! Erdoğan geçen gelmişti. Başkan da gelmişti Rize’den, demiş ki “üç beş kişinin sözüyle bu yol durmayacak, devam edecek.” 

- Demiş mi öyle bir şey?

- Öyle bir şey demiş de o yüzden tekrar başlamış çalışma... Hee... Üç beş kişi he mi?..

- Bilmiyorum ki kaç kişi lazım durması için?

- Bizim bir adamımız senin yüz adamına bedel, bize karşı gelemezsin. Üç beş kişi hee... Çıkmış başlamışlar yine. He bir de jandarmanın yanı sıra tam 14 araç çıkmış oraya, bir bak bizim yaylalarımıza. En son olacak şey bu. Tarih yazmaz böyle şeyi. Gidip göreceksiniz, öyle ki dağları sarmışlar. Orada olan da 28 kişi. He! 28 kişiye 14 araç! Jandarma var, büyük, böyle kıyametli adamlar, korumalı morumalı, çelik yelekli, gör neler var!

Peki, bu halkın bir söz hakkı yok mu, biz köle miyiz, ne derlerse boyun mu eğeceğiz. Şimdi devlet bir şey söylüyor, yanlış söyleyince de boyun mu eğmemiz gerekiyor anlamıyorum. Tamam devletin gücü var, jandarması var, tankı var, topu var... Yanında da korumaları var... İyi de yanlış şeye bizim itiraz hakkımız yok mu?

- Yok demek ki, demek insan değiliz, bizi insan yerine koymuyorlar.

- Tamam gücünü kabul ediyoruz ama yanlış yapınca da sen benim canımı alıyor, boğazımızı sıkıyorsun diyoruz... Biz bu işi yapacaktık, doğayı bozacaktık, jandarmalar o zaman karşımızda duracaktı. Hayır, doğayı bozamazsınız deyip bizi durduracaklardı. Bizim edeceğimiz işi onlar, onun edecek işini biz etmeliydik. Böyle bir şey var mı? Hani doğa dedin, sayımızı da yok ettin, organiklerimizi yok edersin, çiçeklerimizi yok edersin! Bizim organik nerede kaldı, sen bu işe kalktığın zaman organiğimiz nerede kaldı bizim? (Hemşin’deki organik çay üretimini kastediyor.) 

- Zaten Türkiye’de devlet ne derse doğru gibi bir şey var! Devlet de insan, bina değil ki bu devlet... Senin benim gibi insan. Sen seçilirsen bu kez devlet sen olursun.

- He, oğlum he. Zaten bana, sen bu kadar karşı gelme bu devlete dediler bana. Ben bir Allah’tan, güzel yaradanımdan korkarım. Tüm varlığımız güzel yaradanımızdır. Ama benim bir rahmetli dedem vardı, Eyüp dayım vardı, çocuğu da yoktu. Bro derdi bana, bro, ben bir Allah’tan korkuyorum, yeri geldiğinde de korkmam derdi. Bro demek de ne demektir bilmem ama öyle derdi.

Yani sen de bir insansın daa... Sen de bir insansın, ben de. Sen nasıl bir can vereceksen ben de bir can vereceğim... Allah yazmamış, dokuz metre kefen de yazmamış ama sen de toprağa gireceksin, ben de. Senin de, benim de vereceğimiz bir nefes!

Havva Ana, Yeşil Yol’un Kaçkarlar’ın doğasını mahvedeceğini düşünüyor. Onun için asıl önemli konu, yaylaların mahremiyetinin bu yolla kaybolacak olması. Yaylasını kendi evi gibi görüyor; bu yolla isteyen herkes her yönden her yere gidebilecek, dolayısıyla bu da yaylada yaşayanları tedirgin ediyor. Yaylalara, tıpkı milli parklarda olduğu gibi girenin çıkanın belli olduğunu söylüyor.

Yeşil Yol Cerattepe ve Üç Kadın 6

Palovit Vadisi'ne yol yapıldıktan sonra araçlarıyla gelenler büyük bir kirliliğe neden oldu. Yörenin en güzel coğrafyalarından biri tahrip edildi.

Yeşil Yol Cerattepe ve Üç Kadın 7

Cerattepe'de nöbet gece gündüz sürüyor, maden şirketinin araçları engelleniyor.

Yeşil Yol Cerattepe ve Üç Kadın 8

Cerattepe'de Cengiz Holding'in madenine karşı mücadele eden Yeşil Artvin Derneği Başkanı Nur Neşe Karahan.

CERATTEPE DİRENİŞİ

Arabamız Artvin’e girince, Neşe Hanım’ı, valiliğin yanındaki pastanesinin kapısından aldık. Nur Neşe Karahan, Yeşil Artvin Derneği başkanı; kentin, üzerine kurulduğu dağın ucunda, Cerattepe’deki maden direnişinin öncülerinden. Cerrattepe’ye kaç kilometre var diye sordum.

- Buradan mı? Yaklaşık 12 - 13 kilometre daha çıkacağız.

- Yani o kadar alan onların öyle mi?

- Bakın şu yukarılar Cerrattepe, gördüğünüz alan Cerrattepe oraya çıkacağız, buraların hepsi maden ruhsat alanı.

- Görünen o ki tüm tepeyi madene vermişler. Şehrin üst tarafından başlayıp, karşı tarafına geçip baktığınız zaman, gözünüzün gördüğü ve göremediği her yer maden alanı, sadece alt mahalleler ve merkez yerleşke hariç. Böyle bir plan bekliyor Artvin’i ve bir şehir direniyor.

- Şehir esnafının direnişi desteklediğini söylemiştiniz?

- Çok az sayıda farklı düşünen de var, hani yüzde 100 demeyelim ama yakın.

Neşe Hanım anlatıyor, dinliyoruz. Bir yandan da Cerattepe’ye çıkıyoruz. Bu “Genya Dağı” diyor, devam ediyor: “Özel bir ekosistemdir. Burası Doğu Karadeniz’in doğal yaşlı ormanları. İkinci Buzul Çağı’dan beri korunarak gelmiş. İki binin üzerinde bitki çeşidi var. Yalnızca Artvin’de 230 kelebek çeşidi sayılıyor. Bu mücadele sırasında yılanlarımızın bile çok kıymetli olduğunu öğrendim. Mesela bu Cerattepe’de vaşak var, karaca var, boz ayı var. Dünyanın üç sıcak noktasından biri Artvin ormanları.”

Cerattepe Direnişi, yirmi yıl önce başladı, tüm hikâyeyi Neşe Hanım’dan dinledim: “Doğu Karadeniz’de tıraşlamalar yapılıyordu önceleri, sonra bunun yanlış olduğunu kabul edip vazgeçtiler. O vakitler halk da karşı çıkıyor, bu tıraşlamaların yanlış olduğunu söylüyor. Ayrıca Artvin yöresinde “yasaklar” diye gelenekler var, aslında çok eski vakitlerden beri köylerde uygulanan yasaklar. Yasaklar yazılı olmayan, toplumsal kurallar. Yüzde yüz uyuluyor. Asırlardır devam ediyor. 

Devletin orayı burayı talan etmesi en başta bu kadim doğa tabusuna aykırı. Yalnızca Artvin’e özgü de değil, Artvin’in ilçelerinde de uygulanır bu. Artvin’deki arazinin yapısından kaynaklanır mesele. Çok zengin bitki örtüsüne ve yaban hayata sahip, dik bir şehirdir burası. 

Evet, 1995’te ilk olarak Cominco şirketi, daha doğrusu ilk önca MTA, Cerattepe’de arama yapıyor. Bir altın madeni cevheri buluyor MTA ama Artvin bunun hemen üstünde diyorlar. Kazı için yapılacak patlatmalar sonucunda çok heyelanlı ve eğimli yapıya sahip şehir tehlikeye girebilir. Şehrin suları da buradan geliyor. Bunu MTA söylüyor. Raporlar var. Burada madencilik olmaz deyip kapatıyorlar dosyayı. Ama MTA’nın mühendisi, Trabzonlu bir mühendisimiz, Artvin’deki evinde, kayınpederine sen şimdi burada arazileri kapat diyor! Oraları satın alıp imtiyaz hakkına sahip oluyorlar. Sonra da burayı Cominco şirketine devrediyorlar.” 

Neşe Hanım anlatırken bir yandan da maden için tıraşlanan orman alanını gösteriyor bana. Sonradan Orman Bakanlığı izin vermemiş madene. Gizlice yapılan sondaj çalışmaları sırasında tarlalarda nedensiz yere inekler ölmüş. Halkın sondajlardan haberi olmamış.

Aslında 1993 - 94’te ilk sondajlar yapılmış, inekler durup dururken ölmüş, kimse bundan ders çıkarmamış. Sondaj sırasında asit ve birtakım kimyasallar kullandıkları için olmuş bunlar. İnceleme için zehirlenmiş ineklerin Erzurum’a yollanan etleri de kaybolmuş. O zamanın Artvin Valisi Selahattin Onur halkı uyarmış: “Bu insanlarla tek tek baş edemezsiniz. Bir dernek oluşturun, birlik olun. Bu iş tehlikeli işe” diye iyice tembihlemiş. Yani vali burada madenciliğin doğru olmadığı yönünde kendi bürokratına, jeoloğuna araştırma yaptırıp adamlara rapor tutturuyor.

Bu uyarı üzerine Artvin halkı 1995’te bir dernek kuruyor. O esnada şirket burada Artvin’de bir panel yaptı, işte çok güzel kuşe kâğıtlara, sekiz ton altın madenciliği yapacağız, on senede çok güzel şeyler olacak, Türkiye kalkınacak, Artvin kalkınacak, şu olacak bu olacak falan demeye başlıyorlar. Artvin halkı ilk tepkiyi orada veriyor. İlk itiraz dalgası kendi yaptıkları bilgilendirme toplantısı sonunda yayılıyor.

Ardından Yeşil Artvin Derneği kuruluyor. Tüm siyasi partileri, çevreleri bir araya topluyor dernek: “Bu Artvin’in yaşamsal meselesidir, ne olduğunu net anlayalım, üniversite hocalarını çağıralım” diyorlar. Akademisyenler gelip incelemelerde bulunuyor ve Artvin halkına, endişelerinizde çok haklısınız, buraya kazma bile vurdurmayın diyorlar.

Sonrasında spor salonunda halkı bilgilendirme buluşması yapılıyor, konunun uzmanı üniversite hocaları halkı bilgilendiriyor, ardından büyük doğa mitingi gerçekleştiriliyor. Kapı kapı gezip imza toplanıyor. Zamanın çevre bakanı İmren Aykut’a gidiliyor. Cominco, arama tüneli adı altında ilk şirket tünelini de açmış. Nasılsa Türkiye’de her şey kolay, Maden Yasası her şeye izin veriyor, arama tünelinin yüzde 70’ini devlet karşılamış.

Neşe Hanım diyor ki: “Maden Yasası’na bakmaya başladık, nedir, ülkeye ne kadar faydası var vesaire... Baktıkça beş kuruşluk hayrı olmadığını gördük. Öyle bir hesap yapılmış ki imtiyazlar ve geri ödemelerle, neredeyse gelin bizim ülkemizdeki madeni alın götürün diye üstüne para veriyoruz. İşte arama tüneli, yüzde 70’ini devlet karşılıyor, yeter ki gel, ara, çıkart, götür.

- Hangi ülkeye ait bu şirket?

- Kanada.

- O zamanki çevre bakanı hakikiydi, halkın da tepkisiyle Cominco çekildi çekilmesine ama işleri yine bir başka Kanadalı firmaya devretti: Şu anda Çayeli’ndeki kirli madenciliği yapan firma Çayeli Bakır. Diğer yandan Türkiye’deki en temiz madencilik diye gösterilen firmadır bu. 

- Neden kirli?

- Hiç gittiniz mi Çayeli Bakır’a, çok temiz gösterir kendini, aslında denize direk deşarj yapar, derin deşarj denir. Evet direk deşarj yapar, küçük bir yerdir Çayeli. Aslında asıl ismini, Inmet Mining’i kullanmaz, Çayeli Bakır der. Artvin’de de kullanmadı.

Cerattepe’de, her gece bir köyün nöbet tuttuğu muhteşem doğa direnişi sürüyor. Yeşil Yol, tüm Doğu Karadeniz Dağları’nda, gizli planlarda belki çok daha geniş alanda, dünyanın bu sayılı doğal alanında, gözü dönmüş bir yağma planının kod adı sanki...

Yeşil Yol Cerattepe ve Üç Kadın 9

Samistal'e gelen yol tam bu noktada bitiyor, kimi başka yaylalarda olduğu gibi. Yeşil Yol'da en büyük kıyamet, bu yayladan Kavrun Yaylası'na yol açılmasıyla koptu.

Yeşil Yol Cerattepe ve Üç Kadın 10

Samistal'de halk tarafından durdurulan dozer. Milli Park'ın çarşak dokusunu da tahrip ediyor. 

DOĞAYA ETKİSİ

Kaçkarlar’da yıllardır doğa araştırmaları yapan Magma yazarı Süreyya İsfendiyaroğlu, “Yeşil Yol için, Kaçkarlar’da olması istenmeyen her şeyin vücut bulmuş halidir” diyerek felaketleri madde madde sıraladı:

1-Halihazırda açılan yayla yolları iki ay kullanılan mevsimlik konutların, aynı Muğla ve İzmir’de olduğu gibi ikinci konut haline gelmesine yol açıyor. Bu da geleneksel yapıyı bozuyor, yaylalarda betonlaşma artınca geleneksel mimari kayboluyor. Tıpkı tüm Rize, hatta Karadeniz'in diğer kent ve köylerinde olduğu gibi.

2 -Kaçkar doğasının en büyük sorunlarından biri yollarla doğal yaşam alanlarının bölünmesi. Yeşil Yol buna neden oluyor. Yaban hayatının insanlardan uzakta yaşayan çengel boynuzlu dağ keçileri, ayılar, kurtlar bu bölgede yaşıyor. Mesela dağın tepesinde açılan yol daha çok bal kovanı demek. Eh ne güzel, yöre halkı daha çok para kazanacak değil mi? Hayır! Bu başka şekilde insandan uzakta beslenen ayılar için cezbedici, kolay ulaşılabilir yeni kovanlar demek olacağı için ayıların sayısı artacak, bu kez ellerinde tüfekle ayıların peşine düşecekler.

3-Dağ horozları Alpin ekolojik sınırının üstünde, uzak bölgelerde yaşıyor. Yol açılması bu türün üreme bölgesini daraltacak ayrıca avcılara daha önce gidemedikleri yerlere daha kolay ulaşma ve oradaki yerel popülasyonları hızlıca tüketme imkânı sunacak. Yeşil Yol'dan sonra Kaçkarlar’daki dağ horozu popülasyonunu en az yarı yarıya azalacak. 

4-Yüksek dağlara özgü endemik bitkiler üstündeki otlatma baskısı artacak, daha önce yoğun olarak otlatılamayan bölgelere kamyonlarla büyük sürüler taşınacak.

5-Canı sıkılan, yoldan ayrılıp nadir bulunan bitkilerin üzerinde dört çarpı dört arabasıyla gezebilecek.