İstanbul’un kentsel dokusu üzerine araştırmalar yapan Pierre Pinon, Fransa’da Türkiye arkeolojisi, mimarisi ve kültürüne adanmış bir ömrün izini sürer. Sanat tarihçisi, mimar, arkeolog, ressam ve gezgin Albert Gabriel’in evini aramaktadır. En son 1959 yılında Türkiye’den ayrılan Gabriel, 1972’de 89 yaşında yaşamını yitirmiştir. Pinon, aradığı evi ki Gabriel’in hayata gözlerini yumduğu evdir bu, 2003 Nisan’ında Bar-sur-Aube’da, belediye başkanının da yardımıyla bulur. Uzun yıllardır kimsenin oturmadığı evde, Gabriel’e ait kişisel ve mesleki her türlü belge, bilgi ve materyal gün yüzüne çıkmayı beklemiştir. Kütüphane, arşivler (yazışmalar, notlar, gezi günceleri, raporlar, yayınlanmamış makale ve bildiri elyazmaları), mesleki ve kişisel eşya. Ayrıca yüzlerce mimari çizim, yaklaşık 2.500 fotoğraf plakası ve yayımlanmamış 300’ün üzerinde suluboya resim.
Anadolu sanatı araştırmalarının öncüsüdür Albert Gabriel. Anadolu ve Ege dünyasındaki anıtların tarihi hakkında yazdığı kitap ve makaleleriyle günümüze benzersiz eserler bırakan bir bilim adamı... Gabriel’in çalışmaları, öncelikle mimarlık ve sanat tarihçilerine yönelik olmasına rağmen ortaçağ İslam mimarisi ve suluboya resim sevenleri, arkeolojik çizimlerle ilgilenenleri, tarih, coğrafya ve fotoğraf meraklılarını da cezbeder.
Gabriel, ilk kez 1908 yılında Türkiye’ye uğrar, İstanbul ve Bursa’yı görür; bu gezilerin devamı gelir. 1909 Eylül ve Ekim aylarında İzmir ve Milet’e; 1910 yılının Ağustos - Eylül aylarındaysa İstanbul ve Bursa’nın yanı sıra İznik’e gelip suluboya resimler yapar. 1912 ilkbaharında Lübnan, Suriye, Filistin ve Kıbrıs’a gider, sonbaharda da tekrar Türkiye’ye uğrar. Gezi hattında İznik, Milet ve Kaş vardır. 1911 - 1913 arası, Türkiye’deki araştırmalara duyduğu ilgi iyice pekişir. Savaşın ardından 1921 Eylül’ünden 1922 baharına kadar İstanbul’u bir daha, ardından Likya’yı, Kilikya’yı ve Rodos’u dolaşır.
Gabriel, bilim adamı kimliğinin yanı sıra gittiği gördüğü yerleri özenle tasvir eden, fotoğraf ve çizimlerle kayıt altına alan bir gezgindir, bilimsel makalelerinde, raporlarında, konferanslarında ve özgeçmişinde belirttiği gibi bir arazi adamıdır. Kariyerinin önemli kısmını Türk mimarisini incelemeye adayan Gabriel, 1908 - 1959 yılları arasında Türkiye’ye en az 33 seyahat düzenler, araştırmalar yapar, köylülerle iletişim kurar. Türk hükümetinden 1926’da İstanbul Üniversitesi Sanat Tarihi kürsüsünün başına geçmesini ve adı daha sonra Fransız Anadolu Araştırmaları Enstitüsü olacak İstanbul Arkeoloji Enstitüsü’nü kurması için teklif alır. Teklifi kabul eder ve Anadolu’da bulunan İslam anıtlarıyla ilgili büyük araştırmasına da böylece başlar. Araştırmalarında Kütahya, Afyon, Akşehir, Konya, Karaman, Niğde, Nevşehir, Aksaray, Kayseri, Amasya, Tokat, Sivas, Mardin, Urfa, Diyarbakır, Bitlis, Hasankeyf vb pek çok il, ilçe ve köye gider; anıtsal eserler üzerine çalışır. Gabriel araştırmalarını yalnızca Selçuklu ve Artuklu ile sınırlı tutmaz, Osmanlı saraylarının ve Yedikule Zindanları’nın da rölevelerini çıkarır. Türkiye’de anıt arkeolojisinin kurucusu olarak kabul edilecektir. Gittiği yerlerde anıtların ayrıntılı planlarını, kesitlerini, önden görünüşlerini çizer, fotoğraf çeker, bazen de suluboya resim yapar.
İlk bakışta bir sanatçı olarak suluboya çalışmalarıyla beğeni toplayan Gabriel, belge değeri çok fazla olan cam plaka üzerine negatifleriyle de dikkat çekecektir. Çok sayıda fotoğraf çeken Gabriel, bazen de yol arkadaşlarından ya da profesyonellerden yardım alır.
İstanbul Arkeoloji Enstitüsü, 1930 yılında kurulur ve Gabriel müdür olarak atanır. Enstitüyü Yunan - Roma eserleri arkeolojisinden çok, Türk eserlerinin incelenmesi doğrultusunda yönlendirir. Bu enstitünün, Atina’daki enstitüden farklı olması gerektiğini düşünür, Anadolu’nun Türk ve İslam geçmişini ön plana çıkarmaya çalışır. Yaptığı araştırmalar ve gezilerin hemen ardından Anadolu’da Türk anıtları üzerine yeri doldurulamaz pek çok çalışmaya imza atar.
Albert Gabriel’in Türk sanatına, Türk anıtlarının korunmasına ve gelecek kuşaklara bilgi aktarımına duyduğu ilgi, onun Türkiye’deki bilim çevresinde de çok özel bir yer edinmesini sağlar. Özellikle bugün Çin Seddi’nden sonra dünyanın ikinci büyük kent suru olarak bilinen Diyarbakır Surları’nın yıkımına engel olmuş, surları yok olmaktan kurtarmıştır.
Gabriel, 1932’de Diyarbakır’a iki kez gider, siyah surlu kentin anıtlarının yerinde etüdünü yapan ilk kişidir. Çizdiği planların ve kesitlerin yayımlanmasının üzerinden 65 yıldan uzun süre geçmiş olmasına rağmen, çalışmaları bugün bile kentin mimarisiyle ilgili bütün araştırmaların temelini oluşturur.